29 Ocak 2014

Midyat Çocukları

MİDYAT ÇOCUKLARI


Midyat… Güneydoğu’nun incisi Midyat, tarihi bütün cömertliğiyle sokaklarında saklayan Midyat… Havasını soluyan çocukların belki de dünyanın en şanslı çocukları olduğu Midyat!
Adım attığınız an Midyat’a çevrenizi sarar Midyat Çocukları. Her köşe başında, her evin kapısının önünde, her sokak arasında rastlayabilirsiniz onlara. Kimi zaman bir tarihçi edasıyla anlatmaya başlarlar çevredeki turistik mekanların meziyetlerini. Kimi zamansa ekmek parası için analarının, kardeşlerinin yaptığı el emeği işleri satarlar; ama çoğu zaman oradan oraya koşturur, top oynarlar, ip atlarlar. Çocukturlar neticede, oynamak onların da hakkıdır!

 


Alışmışlardı artık her gün onlarca insanın yaşadıkları yeri ziyaret edip buraya hayran kalmalarına; ama bir türlü alışamadılar gelenlerin şaşırmasına. Ne vardı ki bu kadar şaşıracak ? Onlar yıllardır burada yaşıyordu, evlerinin ve kendilerinin fotoğrafı çekilecek kadar güzel ve özel yerlerini henüz görememişlerdi. İnsanlar genelde “Avrupa” denen zengin ve gösterişli yerleri ziyaret ederler, oralara hayran kalırlardı. Burası Avrupa da değildi. Sahi neresiydi burası ki insanlar dilden dile burayı anlatıyorlardı?

 

Gelenler onların fotoğraflarını çekmek için yarışıyor, onlarsa kendilerinin neden bu kadar önemli olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Okulda öğretmen yaşadıkları yerin yüzyıllardır tarihin farklı medeniyetlerine ev sahibi olduğunu bu yüzden de gerek yerli gerek yabancı turistin buraya çok geldiğini söylemişti. Bu ‘yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahibi olmak’ güzel bir şeydi anlaşılan. Yoksa insanlar neden evlerini bırakıp buralara kadar gelsinlerdi? Onlar Arap’ı, Türk’ü, Süryani’si, Kürt’ü hep iç içe yaşamışlar bir kere olsun kavgaya düşmemişlerdi. Zira onlar “kardeşlik” ve “barış”ın ne demek olduğunu çok iyi biliyorlar ve kardeşlik ile barışı korumalarını gerektiğinin bilincinde yaşıyorlardı. Onları önemli kılan noktalardan biri de bu olmalıydı; çünkü biliyorlardı yeryüzü artık kardeşliğe ve barışa hasretti.



Onlar her gün aynı sabaha uyanıyorlardı aslında. Sabahları yedikleri kahvaltı, oynadıkları sokağın önü, oyun arkadaşları hep aynıydı. Değişen ise çevrede onlara yabancı ve hayran gözlerle bakan insanlardı. Bu insanlar onları görmek için uzak yerlerden gelmişlerdi. Üstelik onlarla konuşmak için can atıyorlar, fotoğraflarını çekmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Hatta gelen misafirlerden birisi “Bu kadar güzel bir yerde yaşadığınız için çok şanslısınız!” demişti. Sahi öyleler miydi? Sahi şans ne demekti? Fotoğraf makinelerinin vizörüne model olmak şans mıydı? Yoksa bu şans denilen şey de “yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahibi olmak”la mı ilgiliydi?


İnsanların kilometrelerce yoldan görmek için geldikleri yerde onlar her gün yaşıyordu ve bu kadar değerli olduğunun henüz farkında değillerdi. Belki de yokluk içinde yaşıyorlar, bu taş diyarından kurtulmak istiyorlardı. Belki de o insanların geldiği yerde çocuk olmak istiyorlardı; ama bilmiyorlardı ki çocuk olmak o betonların esaretindeki şehirlerde değil bu mütevazi, taş evlerin olduğu yerde; MİDYAT’ta güzeldi.


 

Onlar Midyat Çocukları… Buram buram tarih kokan şehrin masum ve kendi değerlerinden bîhaber çocukları. Akşamları eve gidince babalarına “Baba ben çok şanslıymışım; çünkü Midyat’ta yaşıyormuşum!” diyen çocuklar… Belki de büyüyünce kendilerini ödül alan fotoğrafların içinde görecek olan çocuklar. Önemli ve şanslı olmak elbette sadece fotoğrafla ilgili olamazdı. Buraların ayrı bir güzelliği vardı. Batı şehirlerinden gelenler “Hiçbir yer Doğu kadar güzel, Doğu kadar sıcak, Doğu kadar insanî değil.” Diyorlardı. Şanslı ve değerli olmak insanlıkla ilgili bir şeydi anlaşılan ve insan dediğin iyi olmalı, güzel olmalı, sıcak olmalıydı. Dışarıdan gelen misafirleri başının üzerinde tutmalı, onlara kucak açmalıydı insan dediğin. Güler yüz göstermeli, kendini bir başkasından büyük görmemeliydi. Kendi değerinin farkında olsa da hiçbir zaman karşısındakine kendisinden değersiz gibi davranmamalıydı. Gelenlerin söylediğine göre onların geldikleri yerde insanlar hep para denilen şey için yaşarmış. Kimseye güler yüz göstermez, herkese soğuk davranırlarmış. Kibir denilen şey o şehirlerde insanların başlıca kusurlarından biriymiş. Oysa buralarda kibir yerine mütevazilik, para yerine insanlık vardı. Doğu insanı bir başkasının mutluluğu için dua eder, “iyi insan” olabilmek için yaşardı.


Midyat Çocukları… Sevinçleri ‘son model bilgisayar’ yerine ‘bir çift güzel söz’ olan çocuklar. Böyle güzel bir şehirde, böyle güzel insanların içinde, böyle güzel bir çocukluk geçirdikleri için ‘şanslı’ olan çocuklar. Güneşin altında, taş evlerinin önünde top koşturan, ip atlayan, turistlerin fotoğraflarına poz veren çocuklar… Yaşadıkları yerin tarihini bir tarih profesörünün anlatacağından daha güzel, daha samimi anlatan çocuklar! Siz ellerinizi fotoğraf makinenizden çekip bir başlarını okşasanız, bir gülümseme ile onları bağrınıza bassanız en büyük sevinçlerine ortak olacağınız çocuklar… Onlar Midyat Çocukları!

 

Yaşadıkları yerin kıymetini bilen, belki de bilmeyen, kendilerinin önemli ve şanslı olduğunu hisseden bu çocukların gözlerine bir daha bakın. O gözlerdeki merhameti, masumluğu, yoksulluğu ve hüznü; bir o kadar da zenginliği ve mutluluğu bir kez daha göreceksiniz. Şaşkınlıklarına aldırmayın, ne de olsa onlar daha çocuk! Üstelik “yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan” şehrin çocukları; onlar Midyat Çocukları!

 

Özge Özkan
22.01.2014

Fotoğraflar: Özge Özkan
Mardin/Midyat/Haziran 2013