MİDYAT ÇOCUKLARI
Midyat… Güneydoğu’nun incisi Midyat,
tarihi bütün cömertliğiyle sokaklarında saklayan Midyat… Havasını soluyan
çocukların belki de dünyanın en şanslı çocukları olduğu Midyat!
Adım attığınız an Midyat’a çevrenizi
sarar Midyat Çocukları. Her köşe başında, her evin kapısının önünde, her sokak
arasında rastlayabilirsiniz onlara. Kimi zaman bir tarihçi edasıyla anlatmaya
başlarlar çevredeki turistik mekanların meziyetlerini. Kimi zamansa ekmek
parası için analarının, kardeşlerinin yaptığı el emeği işleri satarlar; ama
çoğu zaman oradan oraya koşturur, top oynarlar, ip atlarlar. Çocukturlar neticede,
oynamak onların da hakkıdır!
Alışmışlardı artık her gün
onlarca insanın yaşadıkları yeri ziyaret edip buraya hayran kalmalarına; ama
bir türlü alışamadılar gelenlerin şaşırmasına. Ne vardı ki bu kadar şaşıracak ?
Onlar yıllardır burada yaşıyordu, evlerinin ve kendilerinin fotoğrafı çekilecek
kadar güzel ve özel yerlerini henüz görememişlerdi. İnsanlar genelde “Avrupa”
denen zengin ve gösterişli yerleri ziyaret ederler, oralara hayran kalırlardı. Burası
Avrupa da değildi. Sahi neresiydi burası ki insanlar dilden dile burayı anlatıyorlardı?
Gelenler onların
fotoğraflarını çekmek için yarışıyor, onlarsa kendilerinin neden bu kadar
önemli olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Okulda öğretmen yaşadıkları yerin yüzyıllardır
tarihin farklı medeniyetlerine ev sahibi olduğunu bu yüzden de gerek yerli
gerek yabancı turistin buraya çok geldiğini söylemişti. Bu ‘yüzyıllardır farklı
medeniyetlere ev sahibi olmak’ güzel bir şeydi anlaşılan. Yoksa insanlar neden
evlerini bırakıp buralara kadar gelsinlerdi? Onlar Arap’ı, Türk’ü, Süryani’si,
Kürt’ü hep iç içe yaşamışlar bir kere olsun kavgaya düşmemişlerdi. Zira onlar “kardeşlik”
ve “barış”ın ne demek olduğunu çok iyi biliyorlar ve kardeşlik ile barışı
korumalarını gerektiğinin bilincinde yaşıyorlardı. Onları önemli kılan
noktalardan biri de bu olmalıydı; çünkü biliyorlardı yeryüzü artık kardeşliğe
ve barışa hasretti.
Onlar her gün aynı sabaha
uyanıyorlardı aslında. Sabahları yedikleri kahvaltı, oynadıkları sokağın önü,
oyun arkadaşları hep aynıydı. Değişen ise çevrede onlara yabancı ve hayran
gözlerle bakan insanlardı. Bu insanlar onları görmek için uzak yerlerden
gelmişlerdi. Üstelik onlarla konuşmak için can atıyorlar, fotoğraflarını çekmek
için birbirleriyle yarışıyorlardı. Hatta gelen misafirlerden birisi “Bu kadar
güzel bir yerde yaşadığınız için çok şanslısınız!” demişti. Sahi öyleler miydi?
Sahi şans ne demekti? Fotoğraf makinelerinin vizörüne model olmak şans mıydı?
Yoksa bu şans denilen şey de “yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahibi olmak”la
mı ilgiliydi?
İnsanların
kilometrelerce yoldan görmek için geldikleri yerde onlar her gün yaşıyordu ve
bu kadar değerli olduğunun henüz farkında değillerdi. Belki de yokluk içinde
yaşıyorlar, bu taş diyarından kurtulmak istiyorlardı. Belki de o insanların
geldiği yerde çocuk olmak istiyorlardı; ama bilmiyorlardı ki çocuk olmak o
betonların esaretindeki şehirlerde değil bu mütevazi, taş evlerin olduğu yerde;
MİDYAT’ta güzeldi.
Onlar Midyat Çocukları…
Buram buram tarih kokan şehrin masum ve kendi değerlerinden bîhaber çocukları.
Akşamları eve gidince babalarına “Baba ben çok şanslıymışım; çünkü Midyat’ta
yaşıyormuşum!” diyen çocuklar… Belki de büyüyünce kendilerini ödül alan fotoğrafların
içinde görecek olan çocuklar. Önemli ve şanslı olmak elbette sadece fotoğrafla
ilgili olamazdı. Buraların ayrı bir güzelliği vardı. Batı şehirlerinden
gelenler “Hiçbir yer Doğu kadar güzel, Doğu kadar sıcak, Doğu kadar insanî
değil.” Diyorlardı. Şanslı ve değerli olmak insanlıkla ilgili bir şeydi
anlaşılan ve insan dediğin iyi olmalı, güzel olmalı, sıcak olmalıydı. Dışarıdan
gelen misafirleri başının üzerinde tutmalı, onlara kucak açmalıydı insan
dediğin. Güler yüz göstermeli, kendini bir başkasından büyük görmemeliydi.
Kendi değerinin farkında olsa da hiçbir zaman karşısındakine kendisinden
değersiz gibi davranmamalıydı. Gelenlerin söylediğine göre onların geldikleri
yerde insanlar hep para denilen şey için yaşarmış. Kimseye güler yüz göstermez,
herkese soğuk davranırlarmış. Kibir denilen şey o şehirlerde insanların başlıca
kusurlarından biriymiş. Oysa buralarda kibir yerine mütevazilik, para yerine
insanlık vardı. Doğu insanı bir başkasının mutluluğu için dua eder, “iyi insan”
olabilmek için yaşardı.
Midyat
Çocukları… Sevinçleri ‘son model bilgisayar’ yerine ‘bir çift güzel söz’ olan
çocuklar. Böyle güzel bir şehirde, böyle güzel insanların içinde, böyle güzel
bir çocukluk geçirdikleri için ‘şanslı’ olan çocuklar. Güneşin altında, taş
evlerinin önünde top koşturan, ip atlayan, turistlerin fotoğraflarına poz veren
çocuklar… Yaşadıkları yerin tarihini bir tarih profesörünün anlatacağından daha
güzel, daha samimi anlatan çocuklar! Siz ellerinizi fotoğraf makinenizden çekip
bir başlarını okşasanız, bir gülümseme ile onları bağrınıza bassanız en büyük
sevinçlerine ortak olacağınız çocuklar… Onlar Midyat Çocukları!
Yaşadıkları
yerin kıymetini bilen, belki de bilmeyen, kendilerinin önemli ve şanslı
olduğunu hisseden bu çocukların gözlerine bir daha bakın. O gözlerdeki
merhameti, masumluğu, yoksulluğu ve hüznü; bir o kadar da zenginliği ve mutluluğu
bir kez daha göreceksiniz. Şaşkınlıklarına aldırmayın, ne de olsa onlar daha
çocuk! Üstelik “yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan” şehrin
çocukları; onlar Midyat Çocukları!
Özge Özkan
22.01.2014
Fotoğraflar:
Özge Özkan
Mardin/Midyat/Haziran
2013